Hiç şüphesiz tüm insanların ortak hissetiği duygulardan biri “korku”dur. Bu duygu, tüm insanların ortak bir deneyimi olmasına rağmen, farklı coğrafyalarda ve toplumlarda değişik şekillerde ifade edilmiştir. Toplumların içinde bulunduğu coğrafi şartlar, kültürel inançları, tarihsel tecrübeleri korkularına şekil vermiş; destan, efsane gibi anlatılarda kendisini göstermiştir. Örneğin, denizle iç içe yaşayan İskandinav halklarının anlatılarında devasa deniz canavarlarına rastlarken, Göktürkler gibi dağlık ve çorak topraklarda yaşayan toplumların anlatılarında bu tarz canavarları görmeyiz.
Her toplum gibi Türkler de mitolojik anlatılarında korku duygusunun etkisiyle pek çok karakter yarattı. Doğa olayları, savaşlar ve ölüm korkusu; Türklerin mitolojik anlatılarına çoğunlukla kötücül ruhlar ve canavarlar şeklinde yansıdı. Örneğin, lohusa kadınlara ve atlara musallat olan Alkarısı, yeraltı aleminde yaşayan kötülük tanrısı Erlik; Türklerin korkularını somutlaştırdığı figürler arasındadır. Bu karakterler, toplumun karşılaştığı problemleri, doğa güçlerini ve kötülükleri temsil eden sembollerdir. Onlarcasını sayabileceğimiz bu kötücül figürlerin en korkunçlarından biri de şüphesiz Tepegöz’dür. Tepegöz, Dede Korkut Kitabı’ndaki “Basatın Tepegözü Öldürdüğü” hikayesinde karşımıza çıkan, Oğuzların başına bela olmuş, insan etiyle beslenen tek gözlü korkunç bir devdir. Bu dev, Türk mitolojsinde korku unsurunun en yoğun hissedildiği figürlerden biridir.
Ancak Tepegöz’ün karşımıza çıktığı tek yer burası değil. Tek gözlü dev figürü; farklı kıtalarda çok sayıda toplumun belleğinde kendisine yer bulmuştur. Bir vakitler var olmuş veya bugün dahi varlığını sürdüren birçok Türk topluluğundan günümüze Dede Korkut’taki Tepegöz anlatısına benzer pek çok anlatı ulaşmıştır. Tepegöz; Azerbaycan’daki anlatılarda Kellegöz, Anadolu’da Gözütepesinde, Orta Asya’da ise çoğunlukla Yekegöz ismiyle anlatılmıştır. Bugün dahi Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde bu hikayeler anlatılmaya devam etmektedir.
Yunan Mitolojisi’ndeki Polifimıs figürü ile Tepegöz arasında büyük benzerlik vardır. Çok uzun yıllar Polifımıs’ın “tek gözlü dev” motifinin ilk versiyonu olduğu düşünüldü ancak son yıllarda yapılan çalışmalar Tepegöz’ün en eski, en ilkel halinin Sibirya topraklarında –bir Türk kavmi olan Saka’larda– ortaya çıktığını göstermiştir.
Şimdi, Tepegöz’le ilgili en somut bilgilere ulaştığımız Dede Korkut Kitabına dönelim. Tepegöz’ün ailesini, Oğuzlara yaşattığı korkunç günleri, ve Aruz oğlu Basat tarafından nasıl öldürüldüğünü görelim.
Tepegöz, Konur Koca Sarı adlı bir çobanın, Oğuzlarca kutsal kabul edilen “Uzun Pınar”da bir peri kızına tecavüz etmesi sonucu dünyaya gelmiştir. Peri kızı, Sarı Çoban’a “Bende bir emanetin var. Gelecek sene al, ama şunu bil, sen Oğuza felaket getirdin” der ve ortadan kaybolur. Ertesi yıl, peri kızı Sarı Çoban’ın yine karşısına çıkar; bu sefer ayaklarının dibinde biçimsiz bir kütle yatmaktadır.
Sarı Çoban, karanlık ve ürkütücü kütleyi görür görmez korkup kaçar. O sırada atlarıyla gezintiye çıkmış olan Oğuz beyleri, yerdeki kütleyi görür. Atlarından inip biçimsiz keseyi tekmelemeye başlarlar. Her tekmede kese biraz daha irileşir ve en sonunda yırtılır. İçinden, alnının ortasında tek gözü bulunan bir bebek çıkar: Tepegöz.
Yetim kalan Tepegöz’ü, Oğuz beylerinden Aruz Koca yanına alır. Ancak Tepegöz, emzirmek için eve çağrılan kadınların sütlerini emerken, kanlarını da emdiği için çok sayıda kadının ölmesine sebep olur.
Günde bir kazan süt içen, bir araba yükü et yiyen Tepegöz’ün yaşı büyüdükçe sorunlar da beraberinde büyür. Yaşıtlarıyla oyun oynarken kulaklarını ısırmaya ve gözlerini yemeye başlar. Aruz Koca, onu defalarca azarlar, hatta döver, ancak Tepegöz bir türlü uslanmaz. En sonunda Aruz Koca’nın sabrı tükenir ve Tepegöz’ü evden kovar.
Tam o sırada Tepegöz’ün peri annesi bir kez daha ortaya çıkar ve oğluna sihirli bir yüzük verir. Bu yüzüğü taktıktan sonra Tepegöz’ün vücudu ok batmaz, kılıç işlemez olur. Evsiz kalan Tepegöz, kutsal bir dağa yerleşip harami olur. Yolcuların önünü kesmeye, çoluk çocuk demeden yakaladığı her canlıyı yemeye başlar. Oğuz Beyleri topluca hücum etseler de Tepegöz’ü öldürmeyi başaramazlar. Hatta öldürmek bir yana peri annesinin verdiği yüzük, devin derisinde en ufak bir yara açılmasına dahi engel olur. Tepegöz bu seferler sırasında Aruz’un oğullarını, yani üvey kardeşlerini ve birçok Oğuz erkeğini öldürür.
Saldırıları sonuçsuz kalan Oğuzlar aralarındaki en bilge kişiyi, Dede Korkut’u, haraç teklif etmesi için Tepegöz’e elçi olarak gönderirler. Tepegöz haraç olarak günlük altmış insan ister. Bunun mümkün olmadığını söyleyen Dede Korkut, devle pazarlığa girişir. Pazarlığın sonunda Tepegöz’e günlük iki adam ve beş yüz koyun verilmesine, karşılığında Tepegöz’ün yoldan geçenlere saldırmamasına karar verilir. Bunlara ek olarak Yünlü Koca ve Yapağlı Koca adındaki iki ihtiyar da yemeklerini pişirmesi için Tepegöz’ün yanına verilir. Neticede Oğuzların nüfusu her gün ikişer ikişer azalmaya başlar, annelerin babaların, kardeşlerin, eşlerin yüreğine ateş düşer.
Tüm bu olaylar yaşanırken seferde olan, çocukluğu ormanda aslanların yanında geçen Aruz’un oğullarından Basat adında savaşçı bir yiğit, nice zaman sonra yurda geri döner. Oğullarını Tepegöz’e haraç veren gözü yaşlı bir anneden Oğuz’un başına gelen felaketi öğrenir. Kardeşlerinin dev tarafından öldürüldüğünü, nice Oğuz yiğidinin şehit düştüğünü öğrenen Basat öfkeden deliye döner, Tepegöz’ü öldürmeye, Oğuzları bu beladan kurtarmaya and içer.
Başta babası olmak üzere tüm Beylere kararını bildiren Basat, Beylerin “Gitme, sen de helak olursun.” uyarısına rağmen yemininden dönmez. Sevdikleriyle helalleşip yola çıkar.
Basat, yolculuğun sonunda Tepegöz’ün yaşadığı “Salahana Koyası”na varır. Güneşe karşı yatan Tepegöz’e belinden çektiği bir oku fırlatır ancak ok devin sırtında parçalanır. Bir ok daha atar ancak yine aynı şey olur. Eliyle okların parçalandığı yerleri kaşıyan Tepegöz, “Buranın sineğinden usandım” diye söylenir. Basat üçüncü oku fırlatmaya hazırlanırken Tepegöz’le göz göze gelir. Tepegöz, üvey kardeşini haraç olarak gönderilen erlerden biri sanır, ağzı sulanır. Basat’ı boynundan yakalayıp yatağının götürür, ayakkabısının içine sokar. Aşçılarına “İhtiyarlar, ikindi vakti bunu ateşte çevirin de, afiyetle yiyeyim.” deyip uykuya dalar.
Basat, yanında getirdiği bıçakla devin çizmesini kesip dışarı çıkar. İhtiyar aşçıların yanına gider. Aşçılara Tepegöz’ü nasıl öldürebileceğini sorunca ihtiyarlar “Bilmiyoruz ancak gözünden başka bir yerinde et yoktur.” cevabını verirler
Bir vakit düşünen Basat, ihtiyarlara dönerek “Hemen ateşe demirden bir şiş koyun, iyice kızsın” der. Basat’ın isteğini yerine getirilir. Ateşe koyulan demir şiş bir süre sonra kıpkırmızı olur.
Basat, kızgın demiri ateşten alıp Tepegöz’ün yanına gider, boşta kalan eliyle devin göz kapağını kaldırır ve demiri salavat getirip Tepegöz’ün gözüne saplar. Acı içinde kalan devin çığlıkları Salahana Koyası’nda yankılanır, haykırışı Oğuzların yurduna kadar ulaşır.
Kör kalan Tepegöz türlü hilelerle Basat’ı öldürmeye çalışır fakat Basat her defasında kıvrık kurtulur. Tepegöz “Sen yine ölmedin mi?” diye sorduğunda her defasında “Tanrım kurtardı!” cevabını verir.
En sonunda Basat Tepegöz’e diz çöktürür, mağarada bulduğu sihirli bir kılıçla Tepegöz’ün kafasını keser. Böylece Oğuzlar, kendilerine yıllarca acı çektiren bu canavardan kurtulmuş olur.
Tepegöz, sadece bir mitolojik canavar olarak değil, aynı zamanda eski Türk toplumlarının düşmanlarını ve dış tehditleri sembolize eden bir figür olarak da yorumlanmıştır. Oğuz boylarına zarar veren, insan etiyle beslenen bu tek gözlü dev, Türklerin karşılaştığı zorlu düşmanları veya doğanın karşı konulamaz güçlerini temsil ediyor olabilir. Göktürkler, Hunlar ve diğer eski Türk toplulukları tarih boyunca istilalar, göçler ve sert doğal koşullarla mücadele etmek zorunda kaldılar. Tepegöz’ün kudreti ve yıkıcılığı, bu düşmanlarla girilen amansız savaşları ve bu savaşların yarattığı korkuları simgeliyor olabilir. Dolayısıyla, Tepegöz’ün anlatısı, yalnızca bir destan değil, aynı zamanda eski Türk toplumlarının yaşadığı mücadelelerin ve travmaların mitolojik bir yansımasıdır.
Tepegöz gibi korku dolu figürler, insanlığın karanlık yönleriyle yüzleşme çabasının bir parçasıdır. Tepegöz’ün ölümü, yalnızca bir devin yenilmesi değil, aynı zamanda korkuya karşı direnişin ve daima arzu edilen zaferin simgesidir. Bu anlatılar, korkunun sadece insanları zayıflatmadığını, aynı zamanda güçlendirip birleştirdiğini de gösterir.