Bir anlığına on altıncı yüzyılın son yıllarında yaşadığınızı, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da bulunduğunuzu hayal edin. Dışarıda yapmanız gereken bir işiniz, gitmeniz gereken bir yer var. Bir sebeple dışarı çıktınız ve Galata’ya doğru yürümeye başladınız.
Bir süre sonra sokaklarda öfkeyle koşan insanlar görüyorsunuz. Şaşırıyorsunuz ve ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorsunuz. Biraz daha yürüdükten sonra çevrenizdeki ağaçlara bakınca olduğunuz yerde donup kalıyorsunuz. Ağaçların dallarında boyunlarına urgan geçirilmiş maymunlar sallanıyor. Daha iri maymunlar içinse idam sehpaları hazırlanmış. Peki ama neden?
Osmanlı, yaptığı fetihlerle imparatorluk sınırılarını genişletmenin yanında fetih bölgelerinden getirdiği eşyalarla kültürel olarak da devletin gelişimine katkı sağlamıştır. Fethedilen topraklardan getirilen eşyalar ve taşınan kültür; hem devletin hem de halkın yaşayışını etkilemiştir.
Yavuz Sultan Selim zamanında başlayan Kuzey Afrika seferleriyle beraber maymunlar da Osmanlı İmparatorluğu’na, özellikle İstanbul’a getirilmeye başlandı. Maymunlar, çok önemli bir vazifeyi yerine getiriyorlardı. Gelibolu ve İstanbul’daki tersanelerde eğitim görmüş maymunlar; Osmanlı Donanması’ndaki gemilerin direklerine çıkıyor, keskin gözleriyle bir insanın göremeyeceği mesafelerdeki düşman kalyonlarını görüyor ve oldukları yerde zıplayarak güvertedeki Osmanlı leventlerine haber veriyorlardı. Kitâb-ı Bahriye’nin yazarı Pîrî Reis ve amcası Kemal Reis’in idare ettikleri gemilerde maymun gözcüler çalıştırdığı söylenmektedir. Dursun Gürlek Kültür Dünyamızdan Manzaralar kitabında eğitilmiş maymunların Azapkapı Çarşısı’nda satışa sunulduğunu, maymun dükkanlarının ise Haliç kıyısındaki Sokullu Mehmet Paşa Camii civarında ve Tersane Kapısı’nda bulunduğunu ifade ediyor.
Bu sevimli hayvanlar donanmadaki bu mühim görevlerinin yanında İstanbul’daki zengin çevrelerce bir ev hayvanı olarak besleniyor, süs eşyası gibi sergileniyorlardı.
Kaynaklarda hangi maymun türünün İstanbul’a getirildiği belirtilmiyor ancak coğrafi sebepler, döneme ait çizimler ve eğitilebilirlik durumu göz önünde bulundurulduğunda “makak” cinsi maymunların getirildiği sonucuna varabiliriz.
Mısırlı hadis ve fıkıh alimi Demiri ise hayvan ansiklopedisi niteliği taşıyan ilginç eseri Ḥayâtü’l-ḥayevân’da maymunların terzilik, kasaplık, bakkallık ve hatta kuyumculuk gibi işleri yapabildiğini belirtmiştir.
Ancak , halkın Afrika’dan gelen bu sevimli canlılarla kurduğu yakın ilişki kimi çevrelerin hoşuna gitmiyordu. Bu hoşnutsuz insanların en göze çarpanı ise aralarındaki en nüfuzlu ve en güçlü kişi Molla Abdülkerim Efendi idi. Daha önceleri Sultan Murad’ın da imamlığını yapan Molla Abdülkerim, o yıllarda Rumeli kazaskerliği gibi önemli bir makamda bulunuyordu. Molla Abdülkerim sadece maymunlardan değil, İstanbul’da yaşayan gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarından da pek haz etmeyen bir kişilikti.
Molla, maymunların halkı eğlenceye ve dünya zevklerine düşürdüğünü, bu sebeple Müslüman halkın dinden uzaklaşacağını, yoldan çıkacağını düşünüyordu. Maymunlardan o kadar nefret ediyordu ki ne vakit bir maymuna rastlasa asılmasını emrettiği, zavallı maymunların boynuna geçirilen ipleri bizzat kendisinin çektiği rivayet edilmektedir. Bu sebeple halk tarafından kendisine “maymunkeş” lakabı takılmıştır.
Molla Abdülkerim ayrıca İstanbul’daki salis camiilerde vaazlar vermekteydi. Yine bir cuma namazı öncesi Fatih Camii’nde vaaz verirken hedefinde hiç de sevmediği maymunlar vardı. Maymunkeş Molla’ya göre İstanbul’daki maymunları bazı dul kadınlar fena işlerde kullanıyordu. Hayvanlardan tensel zevk elde ediyorlardı. Halkın ahlâkı korunmalı, zina mahlûkları getirten, ticaretini yapan ve hatta evlerine sokma cesaretini gösterenler cezalandırılmalıydı. Aksi halde toplum zarar görecek ve manevi çöküş yaşanacaktı. Birileri ortaya çıkmalı ve bu rezillik son bulmalıydı. Cemaatin böyle bir niyeti varsa önderlik yapabileceğini, böylelikle İstanbul’u bu günah aleti hayvanlardan kurtarılabileceğini söyledi.
Maymunkeş Molla’nın sözlerinden etkilenen büyük bir kalabalık o gün Azapkapı ve Galata’daki maymun satan dükkanları bastı. Maymunlar ağaçlara asıldı, daha irileri içinse idam sehpaları hazırlandı. Tarihçiler o günü “Dalında maymun sallanmayan tek bir ağaç bile yoktu.” sözleriyle ifade etmektedir.
Osmanlı’ya deniz seferlerinde yardım eden, sosyal hayata ve evlere neşe katan maymunların hikayesi böylelikle son bulmuş oldu.